28 Nisan 2024 - Pazar

Şu anda buradasınız: / Toplumsal Bozulmanın Kabahatlileri
Toplumsal Bozulmanın Kabahatlileri

Toplumsal Bozulmanın Kabahatlileri HAMZA TÜRKMEN

İnsanlara hidayet yolunu gösteren vahy-i ilahi, dareyn mutluluğu sağlayacak olan hayattaki temel helal ve haram ölçülerini de bildirmiştir. Zira “Allah, rızasını gözeteni onunla (Kur’an’la) esenlik yollarına ulaştırır; onları buyruğu gereği karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları doğru yola ulaştırır.”1
Hayattaki temel imtihanımız, Yaratıcımızın Resulü aracılığı ile insanlığa ilettiği vahye göre bir inancı, dünya görüşünü ve hayat tarzının ölçülerini kavrayıp fıkıh edebilmek ve kavradığımız hakikatlere göre ilmihalimizi oluşturup hayatlaştırabilmekle alakalıdır. Mükellefiyet yükleyen bu alaka, Allah’ın Elçisi Muhammed aleyhisselam’ın mü’bin ve rehber olan Kur’an vahyinin zamanı aşkın hükümleriyle ilgili uygulamalarını/Sünnetini örnek alarak kendimizi yenileme sorumluluğunu da beraberinde taşımaktadır.
Tarihi sürecimizde çözümlemelerimizin tutarlılığı açısından bireysel fetvalardan çok şûrâ içtihatlarına muhtaçtık2. Ama büyük fıkıh mekteplerinin taklitçiliğe sıkışmasıyla yönetimde ve ilmi arayışlarda bağlayıcı şûrâ nimetinden uzaklaşarak nimeti kaybetmeye3 başladık. Hakikat telakkilerinde gayba taş atmak konumuna düşen4 keşifçi ve ilhamcı zannî, şek ve şüpheci veya reyb’e meyleden telakkilerle kimliklerine kir sıçrayan Müslümanlar, süreç içinde güçlerini kaybettiler ve rüzgârları5 kesildi. Endülüs, Bağdat ve Sicilya medreselerinde yükselen ilmi çalışmalardaki hesapla, teknikle ilgili maharetler, sevk ve idaredeki hatalara ve enaniyetlere bağlı olarak süreç içinde Avrupa üniversitelerine kaydı. Sonunda evrensel birikime dayanan teknik bulgularımızı seküler amaçları doğrultusunda kullanan Batılı dünya görüşü hakimiyetini, dünyevileşmeyi teşvik eden “ilerlemeci/lineer” bir iddia ile egemen kıldı.
Batılı paradigma, önce uluslaşmayı uydurulmuş kutsallarla Batı dışı toplumlara ihraç etmeye; peşinden de iletişim çağının tekniğini ve önünü açtığı ifsad edici kültürünü küreselleştirmeye başladı.
Bizler iç zaaflarımızla birlikte İslam’ı temsil zemini olan ümmet mirasından geriye kalan topluluklarız. Ümmeti uluslaştırmaya çalışan seküler ulus devletlerin tebâsı konumuna düşmüş Müslümanlarız. Büyüklerimiz de bizler de Türkiye denilen topraklarda 1926’dan itibaren şer’i esaslara dayanan kanunlarımızın yasaklanıp Batı hukukunun Türkçeye çevrilip uygulanmasıyla sarsılmaya başladık. Bizler Cumhuriyet balolarıyla; 1928’de başlayan ve mahremiyeti ortadan kaldırmaya matuf “güzellik” yarışmalarıyla; zorunlu eğitime ve laik-pozitivist öğrenim müfredatına boyun eğmek zorunda kalınmasıyla; Demokrat Parti iktidarı döneminde Hayat ve Ses mecmualarıyla başlayan basındaki şehvani magazin akımıyla; 1960 İhtilalini destekleyen ulusalcı-sol üniversite gençliğinin 1962 yılında Kadeş Vapuru’nda yaşadıkları kitlesel içki ve seks partisine dönüşen skandalın TBMM’nde Batıcı-Kemalist mebuslarca savunulmasıyla; 60’lı,70’li yıllarda Yeşilçam’da baş gösteren seks filmleri furyasına, Hippiliğin metropollerde duvar yazılarıyla yaygınlaştırılmasına ve fuhuş mekanlarının çoğalmasına göz yumulmasıyla; 1970’lerde sol ve liberal akımın feminist söylemlerle kadınları istismar etmeye başlamasıyla; 1980’ler Özalizmi ile özel televizyonlardan müzik karnavallarına, moda podyumlarına uzanan eğlence sektörünün kitleleşmesiyle ve 1997 Postmodern Askeri Darbesi’yle okullarda tesettürün yasaklanmasıyla adım adım fahşâyı teşvik eden tarihi süreçleri yaşadık.
2000’li yıllarda sosyal medya üzerinden Batı’daki tüm cinsel içerikli veya cinsel sapıklıklarla ilgili görseller Türkiye sathında yaygınlaşmaya başladı. Cinsel sapıklığa kapı aralayan eylem ve söylemler her geçen gün yayılma ve yaygınlaşma gösterdi. Batı (Occident) artık coğrafi bir tasnif değil, kapitalist ekonomiyi ve tüketim kültürünü benimseyen bütün toplumsal yönetimler ve muhayyileler haline geldi.
Türkiye Cumhuriyeti’nde İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık yapmayan yöneticiler de olumsuz tavır takınan yöneticiler de seküler hadâret veya kimlik aşılayan “Çağdaş medeniyet seviyesine” ulaşma hedefini refah ve kalkınmanın formülü olarak gördüler. Bu hedefi dile getiren ve değerlerimize düşmanlık yapmayan yöneticiler ülkenin ve halkın kalkınmasını ve refahını; düşmanlık yapanlar ise Batılılara benzeyerek kalkınmayı ve zenginleşmeye savunuyorlar.
Küreselleşen ve ulus sistemlerin özendiği bu kalkınmacı modern medeniyet değerleri seküler kültürün taşıyıcılığından beri değil. Kitab-ı Kerim’de bir kişinin veya iktidarın veyahut toplumun görünür başarılarına rağmen ayetlere aykırı hareketleri nedeniyle derece derece yıkıma sürüklenme haline “istidrâc” denilmekteydi.6 Ahmed Hanbel’in aktardığı bir hadise göre de “İstidrac kişinin günahlarına rağmen istediği bolluk ve refaha kavuşması demektir.”7 Bizim dünyamızda 1945’lerden bu yana dindar kalarak çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmaya çalışanlara da “muhafazakâr” denilmeye başlanmıştı.
Geçmişten gelen tarihî ve kültürel din anlayışlarındaki birikimlerini kaybetmeden teknolojik ve bilimsel imkânlara ulaşmak için pozitivizmin ilerlemecilik anlayışına ve küreselleşmeye ayak uydurma çabalarına Batı’da “muhafazakârlık” deniliyor. Bu muhafazakâr tutum politik bir görüşe dayanır; modernleşme süreci içinde kurgusal ve seküler bağlarla vücut bulan ulus inşası ile barışıktır. Bu çerçeveye solcu veya liberal kesimler “ulus”, sağcı veya dindar kesimler “millet” diyor. Sol ve liberal garpzedeler “ümmetten bir ulus yarattık” diyen kurucu ideoloji doğrultusunda Batılı yaşam tarzına uyacak ilerlemeci ve seküler bir modeli arzuluyorlar; milli dindar ve muhafazakâr kesimler ise teknolojik gelişmelerden geride kalmamak için değişik teviller içinde daha “ehven yönelim stratejileri” uyguluyorlar. 20 yıldan beri iktidarda olan Ak Parti, halkı Müslüman olan Türkiye’yi güçlendirme hedefini gütse de, halkın ortak değerlerinden çok Türkiye’nin milli değerleri ve envanteriyle ilgili kazanımları ön planda tutuyor. İslam’ı ibadi, itikadi, sosyal, siyasi, ekonomik, askeri bir bütün olarak algılayan gibi “İslamcılık yapmayacağız” denilip, öncelikle Türkiye’nin menfaatleri ön plana çıkartılırken Ak Parti’nin muhafazakâr kimliğini üstlenen dindar kitlelerin İslami bütünlükten daha fazla uzaklaşmasına da yol açılıyor.
Muhafazakâr demokrat Ak Parti lider kadrosunun önemli bölümünün “ilerlemeci” akaide karşı olmasına rağmen reel-politik şartların pragmatizmi gereği garplılaşmanın yerel adı olan Atatürkçülüğü yeniden keşfediyorlar. Batıyla entegrasyon gayretleri onları uzak durmaya çalıştıkları Batılı paradigmanın ilerlemeci kimliği ile barışmaya itiyor. Batılla barışanların batılla amel etmekten kaçınmaları oldukça zorlaşıyor.
Kur’an’da ilk olarak kullanılan “hicret” kavramı, kimlik olarak her türlü “kirlilikten hicreti”8 ifade ediyor. “Milli dindarlık” ve “muhafazakâr demokratlık” tanımsız maslahatlar adına öteki kimliklere sığınmayı veya barışmayı ya da eklektisizmi ifade ediyorlar. Tabii ki ötekilerine karşı gücümüz yettiği kadar güç toplamak9, mer’i sistemde Müslümanlara nefes alacakları imkânları sağlamak için modern iktisatla ve küresel teknolojik araçlarla birlikte sosyal yapımıza yabancı hadâretler taşınıyor. Yabancı hadaret barındıran teknikle değerlerimiz ve fıtratımız arasında da dengeyi nasıl yakalayacağımızla ilgili, Mehmet Akif şiirinde,
“Alınız ilmini garbın alınız san´atını;
Veriniz hem de mesainize son süratini.
Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız;
Çünkü milliyeti yok san´atın ilmin; yalnız, ...” dese de -dönem içindeki bekâ ve yeniden varoluş kaygılarını anlıyoruz ama- bu “ilim ve san’at” meselesinin şairimizin kendi devrinde algılandığı gibi nötr bir konu olmadığını yaşadığımız dijital çağın araçlarının kullanımında görüyoruz. Bu konuyu hem sağladığı pratik imkânları hem getirdiği müfsid bağımlılıkları bağlamında akıllı telefonlar örneği üzerinden anlatmak ve tartışmak daha mümkün. Bu konularda yol gösterici ve uygulanabilir bir ilmihale de henüz ulaşamadık. Bolluk ve güvenlik konusunda “istidrac”a düşme hataları yanında, Kureyş Sûresi’nde belirtildiği gibi “insanları açlıktan koruyup güvene çıkartmak” da kaçınılmaz bir görev. Bu husus şûrâ “istinbat”ına10 konu olmalı. Sorunları vakıa gerçekliği ile İslami sabiteler arasında çözümleme sorumluluğu, özellikle “ulu’l-elbab”ın, “rasihun”un ve muslih “ulema”nın mesuliyetlerini ve yükümlülüklerini gündemleştirmektedir.
NEFSİMİZE VE EHLİMİZE KARŞI
SORUMLULUĞUMUZ
Verili ulusal sistemler içinde “ehven yönelim stratejileri” ile Müslümanlara siyaset alanı açmak veya ekonomik piyasada imkân sağlamak niyetindeki siyasilerimizi yaşadıkları “istidrac” tehlikesi, “ulustan ümmete yürüme” hedeflerimiz içinde her daim müzakere ettiğimiz gündemimizdir. Aynı tehlike bugün bağımsızlaşma ve özgünleşme gayreti içindeki Taliban yönetimindeki Afganistan Müslümanları için de geçerlidir. Dolayısıyla karşı karşıya geldiğimiz “istidrac” belasıyla ilgili zaafların, ilgili tarihi süreç içinde gücümüzü ve nimeti kaybetmemizle, egemen taği küresel ve yerel güçlerle ilgisi kadar, kendi nefsimiz ve ehlimizle de alakalı olduğunu muhasebe etmeliyiz.
Şüphesiz Rabbimizin “Ey iman edenler! Siz Allah’a (dinine, davasına, İslam’a, müslümanlara) yardım ederseniz (O da) size yardım eder; ayaklarınızı sağlamlaştırır.”11 hitabı, kulluğumuzu gereğince ifa edebilmemiz için genel ibâdî sorumluluğumuzu gösterse de, bu sorumluluğu üstlenebilmek için nefsimize ve yakınlarımıza dönük öncelikli ödevlerimiz vardır. Tahrim Sûresi’nden yer alan “Ey iman edenler! Nefsinizi ve ehlinizi (yani kendinizi ve yakınlarınızı), yakıtı taşlar ve insanlar olan ateşten koruyun. Onun üzerinde, Allah’ın buyruklarına karşı gelmeyen ve buyrulan şeyi yapan çok güçlü ve acımasız melekler vardır.”12 ayet-i kerimesinde, kişinin sadece kendini Allah’ın azabından kurtarmasının yeterli olmayacağı, gücü yettiği oranda ehlini yani ailesini Allah’ın sevdiği kullar şeklinde yetiştirmesinin de kendi sorumluluğu olduğu bildirilmiştir. Şayet onlar, yani ehli/yakınları cehennem yolunu tutmuşlarsa, ebeveyn gücü nispetinde onlara engel olmaya çalışmalıdır. Sadece onların bu dünyadaki refahlarını değil, ahirette onları cehennemin yakıtı olmaktan nasıl kurtarmaya çalışacağını da düşünmelidir.
Tahrim Sûresi’ndeki ayette nefislerimizdeki fücrun bizleri davet ettiği inkâr ve şirkten, kötü ve batıl işlerden korunmamız gerekliliği bildirilmektedir. Ehlimiz ise en yakınlarımız, eşlerimiz, çocuklarımız, yanımızda kalan anne ve babamız yani ailemizdir. Tegabun Sûresi’nde de “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır, onlardan sakının”13 emri ile uyarılıyoruz. Ankebut Sûresi’nde de “anne ve babaya iyi davranmak ama şirk koşmaya zorladıkları şeye itaat etmemek”14 ile mükellef olduğumuz bildiriliyor.
Oysa Tahrim Sûresi’ndeki ayette bildirildiği gibi nefsimize de ehlimize yani ailemize de azaptan koruyacak takvaya dönük, hakka dayanan tevhid inancıyla ve salih amellerle istikamet kazandırmaya çalışmalıyız. Teknolojik araçların gücü ve hızıyla vahye ve fıtrata aykırı batıl tüketimin ve kimliksel sapmaların dayatıldığı dünyevi hazlara odaklanmış seküler hayat tarzına bu modern çağda en fazla yetişme yaşındaki çocuklarımız muhatap oluyor. Ben-merkezci küresel kapitalist kültürün tusinami dalgalarıyla en çok eğitilme yaşındaki çocuklarımız, genç kızlarımız, delikanlılarımız karşı karşıya kalıyor.
Anne ve baba, çocuklarının zamanında almaları gereken ahlaki değerlere, maruf olan aile terbiyesine dikkat etmezlerse suç ve günah işleme eğilimlerine de sebep olmuş oluyorlar. Çocuklarının iyi yetişmemesiyle ilgili suç ve günahın hem dünyada karşılaşılacak can sıkıntıları, göğüs darlığı ve yaptırımları olur, hem de uhrevi cezaları söz konusudur. Birçok müfessire göre yakıtı taşlar ve insanlar olan ateşten korunmak için, hakikati inkar eden bir tavra sahip olmamak gerekir. Çünkü Allah Teala müşrikler ve münkirler için Enbiya Sûresi’nde buyurur ki: “Siz ve Allah’ın yanı sıra kulluk ettikleriniz şüphesiz ki cehennem odunusunuz.”15 Böyle bir akıbetten kurtulmak için de anne ve baba önce nefislerini arındırıp ‘Nefs-i zekiyye’ye16 yani arınmış bir kimliğe yönelmeli ve sonra da çocuklarına iman bilinci, Allah ve Resul sevgisi kazandırmalı, İslami bilgi ve terbiye vermeye çalışmalıdır.
Cenab-ı Hak, bize dua yoluyla Bakara Sûresi’nde korunma yolunu göstermiştir: “Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, öteki dünyada da iyilik ver; bizi cehennem azabından koru!”17 Aişe (r)’dan gelen habere göre Resulullah (s) şöyle buyurmuştur: “Sizin hayırlı olanınız, ehline karşı hayırlı olanınızdır”18 Buhari ve Müslim de “Hepiniz çobansınız ve hepiniz teb’anızdan sorumlusunuz”19 hadisini aktarmıştır.
Yine Bakara Sûresi’nde “İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah’ı şahid getirir; oysa o azılı bir düşmandır. / Eline yetki geçtiği zaman da yeryüzünde fesat çıkarmaya, insanın ürününü ve neslini yok etmeye çalışır: Ama Allah fesadı sevmez.”20 buyrulmuştur. Günümüzde ise ekinin ve neslin hunharca ifsat edildiği bir dönemde yaşıyoruz.
Seküler modern hayat tarzı, bir yandan “ilerleme” adına tabiatı, doğayı, ekolojik dengeyi tahrip ediyor; diğer yandan ise kişiyi aile, cemaat ve toplumla bir arada tutan değerleri dejenere etmeye çalışıyor, nesilleri bozuyor ve insan fıtratını alabildiğine tahrif etmeye çalışıyor.
Kur’an-ı Kerim’in insan davranışları için gösterdiği ölçüler, ahlaki kavramlar ve Resullerden bu yana gelen maruf “örf” ne yazık ki modalaşan “ilerlemeci” seküler eğilimler ve ideolojiler tarafından hayatın dışına iteklenmeye çalışılıyor.
Adalet ile zulmün, doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün, helal ile haramın yer değiştirdiği kirli ortamlarda yaşamak her geçen yeni zorluklar ve gerilimler oluşturuyor.
Bugünün hayatı birey odaklı bir dünyaya dönüştü. Varlık felsefesinin artık ilk adımları “ben” enaniyetine dayanıyor. Eksistansiyalist/Varoluşcu felsefe bu anlayışı yaygınlaştırıyor. Liberalizmin de “birey” oluşturmak hedefi bu kibri tetikliyor.
Bütün bu çözücü ve bozucu, insan fıtratına yabancılaştırıcı küresel ifsad adımlarına karşı Tahrim Sûresi 6. ayeti gereği, ömrümüzün sonuna kadar nefsimize ve ailemize karşı sorumlu olduğumuz bilincini her daim zihnimizde diri tutmalıyız. Bu sorumluluk gereği ailemizle ve dolayısıyla çocuklarımızla donanımlı ve yeterli vakit geçirebilme ödevini ihmal etmemeliyiz.
GENÇ KUŞAKLAR MUTASYON MU GEÇİRİYOR?
Modernleşme süreçlerinde doğan nesillerin kuşak veya jenerasyon olarak tanımlanması kapitalist ekonominin ve teknolojik gelişmelerin oluşturduğu seyre ve küresel pazardaki tüketim ihtiyacına göre biçimlendirilmesi anlamına da geliyor. Bilim, siyaset, demografi, ekonomi, sosyoloji ve klinik psikoloji alanlarında elde edilen verilerle nesiller sınıflandırılmaya çalışılıyor. Ama bu konuda en çok ailevi, cemaatsel veya toplumsal dayanışmaya karşı bireyi oluşturmaya çalışan liberalizm ideolojisi belirleyici oluyor.
Avrupa’da Euro sosyalizmini geliştirmeye çalışan 1968 gençlik kuşağına karşı, modern uygarlığı ve tüketim topluluğunu reddedip blues ve rock müziği oluşturan, yaşlanmadan ölmeyi arzulayıp protest bir tarz geliştirmeye çalışan Çiçek Çocukları (Hippilik) hareketi, bazı araştırmalara göre sefahata, uyuşturucuya alıştırılmış ve pasifize edilmiştir. Ayrıca lümpenleştirilen bu tarz gençlik akımlarıyla Euro sosyalizmine; Hinduizme ve Brahmanizme; ayrıca metafizik felsefeye ilgi gösteren eğiliminin önünde sosyal barikatlar oluşturulmaya çalışılmıştır. Yine bu jenerasyon teorisyenlerinin gündemleştirmeye çalıştıkları x, y ve z kuşağı tanımları da yönlendiricidir.
Önce 1965-1980 seneleri arasında doğan insanları, dine ve manevi değerlere, aileye bağlı, teknolojiye ilgilerinin sınırlı olduğu ve mesai saatlerine riayet eden bir nesil olarak “x kuşağı” şeklinde değerlendirdiler.
1980-1995 yıllarında doğan insanlar, mesai saatlerine riayetsiz ve uyumsuz, iş hayatında farklılıkları seven ve kurumsal bağlılıkları az olan, para harcamayı seven ve farklı düşüncelere açık olmayan jenerasyon olarak değerlendirilmiş ve bu nesle “y kuşağı” denmiştir.
1995-2010 yılları arasında doğan gençleri kapsayan nesle verilen isim ise “z kuşağı” olmuştur. Bu tarih içinde doğan çocuklar oyuncak yerine teknolojik aletler ve internet ile büyümüşlerdir. Daha çok alanla ilgilenip daha çok tüketmektedirler; hız tutkunu ve rekabetçidirler, e-ticarete oldukça yatkındırlar; toplumsal değerlere ve kurumlara mesafeli oldukları belirtilmekte veya telkin edilmektedir.
Jenerasyon teorisyenleri neredeyse x, y ve z kuşaklarını birbirinden etkilenerek gelişen bir mutasyon yani biyolojik gelişim sürecinin basamaklarıymış gibi ele alıyorlar. Bu küresel senaristler biyolojik yapıyla teknolojik bulguların birleşiminden oluşan ve ölümsüzlüğe yürüyen bir canlı türü kuşağı üretmeye çalışıyorlar. Ama bütün bu kurgular insanı tüketim süreçlerinin nesnesi yapmaya ve tüketmeye çalışıyor.

Şeytanın ve fücur eğiliminin yaratılışından beri hepimiz, çocuğu ve ebeveyni ile fıtrata ve vahye aykırı alışkanlık eğilimleri ve araçlarıyla, münkerle sınanıyoruz. Zira fıtratımızda fücura karşı takva ve Rabbimizi birleme potansiyeli var. Sadece zaman ve mekânın şartlarıyla bağlı olarak sınanma araçları değişiyor.
Küresel piyasanın ve şartların değişmesini doğru veya yanlış alışkanlıkların değişmesi olarak izah eden ilerlemeci anlayış, şartlar değişince temel normların da değişeceği inancını yaygınlaştırmaya çalışıyor; bu değişimler sürecinde insanın mutasyonu üzerinde duruyor. Fıtratı aşmaya kalkışan, insanın fiziksel ve bilişsel yeteneklerini artırarak, yaşlanma ve hastalanma gibi yönlerinin ortadan kaldırılmasını amaçlayan “transhümanizm” gibi senaryolar gündeme sokulmaya çalışılıyor. Z kuşağı kurgularından sonra, şimdi de biyolojik-teknolojik senteze yönelen mutasyon/değişim kurgusu küresel gündeme sokuluyor. Ayrıca insanların geliştirilmiş teknik araçlarla dijital alanla ilgilenmesinden ziyade dijital dünyanın içine girmesi istenerek “Metaverse” denilen sanal dünyalar içinde idrakler oyalanmak ve uyuşturulmak isteniyor. Hayatın gerçeklerinden ve hakikat arayışından uzak durmaya çalışanlar da hemen bu sanal alemin müşterisi oluyorlar.
İÇTİHADLAR/YORUMLAR DEĞİŞEBİLİR
VAHİY VE İNSAN FITRATI DEĞİŞMEZ
Seküler Batı paradigması ve kullandığı teknolojik-ekonomik tüketim kültürü dün olduğu gibi bugün de yeni ifsad şekilleri oluşturuyor ve modernite yeni paradigmasını en çok gençler üzerinde bilimsel kılıflı kültür emperyalizmi ile gerçekleştiriyor. Aileye aidiyetten kopuş, saygısızlık, bencillik, kariyer ve güç düşkünlüğü, ortak değerlerimiz karşısında lakaytlık gibi çözülme emareleri içinde olan gençlerimizi suçlayan ve mevcut tutumlarından yakınanlar bir özeleştiri olarak şu hususlara dikkat kesilmelidirler:
Çocukların yetişme süreçlerinde ne kadar tutarlı bir aile dayanışması ve şevkati oluşturdukları; zamanın şartlarına göre eğitim ilmihallerini şer’i ölçülerle ne kadar yeniledikleri; çocuğun bakımı, eğitimi ve oyunu için ne ölçüde sosyalleşilecek İslami ortamlar hazırlayıp hazırlayamadıkları; vd.
MÖ 4. yüzyılda yaşayan Aristo’nun şöyle dediği rivayet edilir: “Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda. Kaba bir şekilde yemek yiyorlar; yetişkinlere saygısızlar; ebeveynlerine karşı çıkıyorlar ve öğretmenlerini sinirlendiriyorlar.” Miladi binli yıllarda İmam Gazali de gençlerden şikayet ediyordu. Şimdi de x ve y kuşaklarından sonra genç z kuşağı kurguları içinde kabahatler zamana ve gençlere yıkılıyor. Ekonomik tüketime ve birey olma (individualism) felsefesine göre ayarlanmış bu eğreti kuşak tasniflerine göre değil, Rabbimizin ilahi vahyi ile getirdiği tevhidi esaslar gibi insan fıtratını biçimlendirdiği evrensel esaslara göre insanımızı ve gençlerimizi değerlendirmeli, sınırlı insan aklının mutlak belirleyicilik iddiasının bir şeytanlaşma teşebbüsü olduğunu hiçbir daim idrakimizden silikleştirmemeliyiz.
Aslında her dönemde gençler fıtri ve vahyi değerlerle müfsid eğilimlerin ve tahriklerin cazibesi ve ayartması karşısında tercih imtihanı ile karşıya kalmışlardır. Hak olsun batıl olsun eğitimin ilk hedefi de çocuklar ve gençlerdir. Sadece zamana göre bu imtihanın araçları değişmektedir. Gençler, çocukluktan itibaren iyi eğitim almadıklarında çözülmeyi, sapmaları daha çok yaşarlar. Onlar, rüşd yaşıyla beraber hayat yollarını seçme imtihanı ile karşı karşıya kalırlar. Bu imtihan Resullerin iyi eğitim almış çocukları için de geçerlidir. Sapma ve çözülme Adem aleyhisselam’ın kardeşini öldüren oğlundan, Nuh ve Lut aleyhisselamların ehlinden bazı kişilere kadar yaşanmıştır ve bilinmektedir. Nuh’un hakkı yalanlayan oğlu için Yüce Allah Hud Sûresi’nde temel ölçüyü koymuştur: “Ey Nuh! O senin ehlinden değildir.”21 Nebi’nin oğlu da olsa, gereğince sevgi içinde eğitilse de, çocuk gençlik yaşına adım attığında kendi kararını kendi vermeye de adım atar. Büyüklerin sorumluluğu, çocukların eğitim yaşında ölçü edinilecek alt yapıyı doğru oluşturabilmeleri ve onları rüşd yaşına temel İslami ve fıtri değerleri bilmiş olarak hazırlayabilmelerindedir.
Avrupa’da kilisenin zulmüne karşı çıkmak için oluşturulan seküler ve ben-merkezci (individualist) siyasi, iktisadi ve kültürel akım, bugünkü iletişim çağında hız ve haz tutkusunu körükleyen bilinemezci veya teist ve deist hatta ateist eğilimleri teşvik etmektedir. Modernitenin bu yeni akımı küreselleşme rüzgârıyla beraber liberalizmin Rabbimizin haram ve helal sınırlarını eskilerin masalları (esâtiru’l-evvelin)22 kabul ederek toplumu egoist, ölçü tanımaz ve kayıtsız “birey”lere dönüştürme çabasına evrilmiş durumdadır. Bu bireycilik ekonomi piyasasında olsun, sosyal ilişkilerde olsun kişilerin nefislerini ve menfaatlerini kutsamalarına veya ilahlaştırmalarına kapı açmaktadır. Ondan sonra ise “Benim kararırım”, “Benim bedenim”, “Ben böyle istiyorum” teraneleri ile adeta bireylerin ilahlaştırıldığı bir güzergâh oluşturulmaktadır.
2003’ten sonra Türkiye’de her sene yıllık LGBT yürüyüşleri yapıldı. 2013 yılında Alman bakanların katılımı, CHP ve HDP’nin kitle desteği ile Taksim’den İstiklal caddesine doğru “LGBT Onur Yürüyüşü” adı altında on binlerce izzetsizin iştiraki ile gerçekleştirilen pespayelik ancak izzetli insanların ve Müslümanların tepkilerinden sonra Hükümet’in uyguladığı kısmi engellerle karşılaşabildi. 2011 yılında internette 138 kelimenin BTK tarafından filtrelenmesine karşı Beyoğlu İstiklal Caddesinde protesto yürüyüşü yapan ulusalcı-liberal-solcu-LBGT’li gençlik, ‘Pornoma Dokunma’ pankart ve dövizleriyle lümpenlik ve ahlaksızlık protestolarında bulundu. 2014 Mayıs’ının son günlerinde gündeme gelen “Gezi Olayları”nda LGBT yürüyüşlerinde yaşanan uygulamalı görsel rezillik bir kere daha kendini sergileme imkânı bulabildi. Kadına şiddeti önleme teziyle hazırlanan ama Batılı dünya görüşünün ve kültür emperyalizminin değerlerini içinde barındıran 2011 “İstanbul Sözleşmesi”nin de yeşil ışık yaktığı yozlaşma süreçleriyle birlikte cinsel sapıklık ve sapkınlık taşıyan TV dizileri ve sinema filmleri AB fonlarınca desteklendi. Adeta 1926’da Batılı kanunların Türkçeye intihali ile yapılan operasyon kendini yenilemeye başladı.
Seküler ve ilerlemeci telakkileriyle iletişim çağında hakimiyetini sürdüren Batılı hayat tarzı sadece hazzı ve hızı körüklemiyor; bireyciliği de mahrem olanın sergilenmesini de, sapık cinsel yönelimleri de akademyayı ve medyayı kullanan toplumsal mühendisliklerle birlikte yaygınlaştırmaya; hakikat arayışını tahrife, helal ve haram sınırlarını değiştirmeye çalışıyor. Yozlaştırıyor, kısırlaştırıyor, GDO’lu ürünlerle insanlığın genleriyle oynuyor.
Küresel sermayedarlar, oligarklar, müstekbirler için büyüyen dünya nüfusu engellenmesi gereken sürüler olarak görülüyor. Müslümanlara, siyah derililere ve tüm mustezaflara zaten parya muamelesi yapılıyor. Çağdaş egemenlerin taşıdıkları ve yaşadıkları paradigma gereği ilahi ve insani üst değerleri yok. Demokrasi ve hukuk söylemini de, insan hakları söylemini de emperyalizmin bir çeşidi olarak kullanıyorlar. Çağdaş “mele ve mütref” takımının 8 milyara yaklaşan dünya nüfusunu nükleer savaşlarla değil, neslin ve fıtratın tahribatıyla eriteceklerine dair birçok beyanları söz konusu. Kendimiz ve ehlimiz bu şeytani güçler ve şeytanlaşma süreci karşısında bilgilenmeli ve tavra dönüşen bir bilinçlenme çabası içinde olabilmeliyiz.
Gençlerimiz ve insanlarımız kendilerine dijital iletişim çağının sunduğu sanal alemle fazlasıyla iç içe geçmiş durumdadırlar. Gençlerin birçoğu ellerindeki iletişim aletleriyle izledikleri videoları 2x hızında izliyorlar. Bu hızla daha fazlasına ulaşmak için gittikçe sanal alemin içine yuvarlanıyor ve anlam arayışını kaybediyorlar. Bu hız tutkusu içinde öğretmenlerinin de ebeveynlerinin de anlatı, uyarı ve tavsiyelerini dinlemeye tahammül gösteremiyorlar.
Biz Müslümanlar temyiz yaşına, rüşd yaşına adım atan çocuklarımızdan veya akil baliğ olan ehlimizden anlam arayışı içinde olmalarını bekliyoruz. Ama sanal alemin internet veya sosyal medya ağlarıyla oluşturduğu bağımlılık ev içinde aile bağlarını bile sekteye uğratıyor. Bu nedenle de evlerimizde çoğunlukla yeterince tanımlanamayan sorunlar yaşanıyor. Oysa ev beraberliği, ümmet bağımızın en önemli ve küçük birimi veya tuğlasıdır. Rabbimiz buyuruyor: “Allah kendi yolunda bir duvarın taşları gibi kenetlenip (bunyanun mersus) saf tutarak savaşanları sever.”23 buyuruyor. Duvarımızın iyi örülmesi için tuğlalarımızın iyi olması gerekli.
İyi bir aile için iyi bir dayanışma ve uyulması gereken kurallar olması gerekir. Bu nedenle de Rabbimizin anne-baba arasında sütten kesme kararının şûra ile yani “teşavur”24 ile alınmasını tavsiye ettiği birlikte iş yapabilme örneğini, aile içinde genel kurala dönüştürebilmeliyiz. Ancak bireyciliği teşvik eden ayartıcı küresel tsunaminin bütün aile bireylerini yutmaya çalıştığı bir sürece direniş gösterebilmek amacıyla aile için tek taraflı kural konmasının içselleştirileme sıkıntılarına maruz kalacağının da görülmesi gerekir. Aile dayanışmasını ve sosyal iletişimini güçlendirecek kuralların teşavur anlayışı içinde ailedeki temyiz gücüne sahip bütün bireylerin katılımcı olduğu bir anlaşmayla gerçekleştirilmesi maksada uygun olacaktır. Aile içinde iletişimin güçlenmesi ve sürekliliği kuralların sahici ve katılımcı bir tarzda çatılmasıyla sürdürülebilmektedir.
Aile içinde şımartmayan ve riyadan arındırılmış tutarlı sevgi bağları beraberinde saygıyı da getirecektir. Sorunları aile içinde güven içinde konuşabilmek, üyeler arasında bazı yanlışlar yaşansa bile iletişim bağlarından vazgeçmemeyi gerektirmektedir. Hatalar veya yanlışlar nedeniyle ev içinde diyaloglar kesilmemeli, âdabla ve nezaket içinde konuşmaya devam edilebilmelidir.
Aile üyelerinden bazılarının giyim tarzından yalan söylemeye, yanlış cinsel yönelimlerden dijital bağımlılığa ve bencillik hastalığına kadar iletişim çağının müfsid değerlerinden etkilense de ümit kesilmemeli, hayırlı gelecek beklentisinden ısrarla vazgeçilmemelidir. Bunun için etkili iletişimin vahiyle ve fıtratla barışık pedagojik ve psikolojik birikiminden yararlanılmalıdır. İyi bir tebliğcinin muhatabıyla doğru bir empati kuran kişi olması gerektiği veya fahri bir psikolog gibi davranması gerekliliği unutulmamalıdır. “Usvetu’l hasene” olan Resulullah (s)’in ehli ile olan sıkıntıları gidermeye çalışmasındaki sünnetinde dayak yöntemi yerine insani ve fıtri çözümler üretmeye çalıştığı apaçıktır. Ayrıca başarılarımızda “ben yaptım” yerine “Allah’ın lütfuyla gerçekleştirdik” ifadesini öncelemeyi her daim tercih etmeliyiz.
Rabbimiz her türlü ifsada, şeytani tuzaklara, dünyevileşme belasına, nefsimizin tuğyanına, ehlimizin idraksizliğine karşı bizlere secde bilincini taşımayı ve hidayet yollarını kolaylaştırsın. Rabbimiz nefsimize, ehlimize ve insanlara karşı bizlere hitapta, üslupta, ilişkilerde hilm, tevazu, sabır ve dirayet; hak olan bilgilerle de kendimizi geliştirmeyi ve yenilemeyi nasip eylesin.
Küresel ve ulusal ifsad karşısında idealimiz, hakka yönelen ve onunla adalet yapan ümmet nüvelerini25 kurumlaştırabilmek ve bu nüvelerin İslami şahsiyetleri ve tanıkları olabilmek olmalıdır.
1. Maide, 5/16.
2. Şûrâ, 42/38; Âl-i İmran, 3/159; Nisa, 5/59, 83.
3. Enfal, 8/53.
4. Sebe, 34/53; Kehf, 18/22;
5. Enfal, 8/46.
6. Â’raf, 7/182; 7/182; Kalem, 68/44
7. İbn Hanbel, Müsned, IV, 145.
8. Müddesir, 74/4.
9. Enfal, 8/60.
10. Nisa, 4/83.
11. Muhammed, 47/7.
12. Tahrim, 66/6.
13. Tegabun, 64/14.
14. Ankebut, 29/8
15. Enbiya, 21/98.
16. Şems, 91/9.
17. Bakara, 2/201.
18. İbn Mace, Nikah 50; Darimi, es-Sünen, Nikah, 55.
19. Buhari, Cuma, 11; Müslim, İmâri, 20.
20. Bakara, 2/204-205.
21. Hud, 11/46.
22. Enfal, 8/31; Nahl, 16/24.
23. Saff, 61/4.
24. Bakara, 2/233.
25. Araf, 7/181.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul